Bu Blogda Ara

slider

Son Paylaşılan

Navigation

YANIL’SAYAMADIKLARIM

Ne güzel bir kelime aslında şu “anlamak”. Farkında olmadan hayatımızı değerli kılmıyor muyuz anladıklarımızla, hatta anlamlandırdıklarımızla? Önce bir şeyin varlığını kavrıyoruz, sonra onun üzerine düşünüyoruz, daha sonra üzerinde düşündüğümüz şeye kendimizce bir anlam veriyoruz. İyi ya da kötü bir değer biçiyoruz anlamını çıkardığımız şeye. Onu ya hayatımıza yerleştiriyoruz ya da hayatımızdan uzaklaştırıyoruz.

Kendimizi anlamak, diğerlerini anlamak, hayatı anlamak… Gerçekten zor iş. Önceleri kendimi anlayarak dünyayı da anlayabileceğimi düşünürdüm. Kendi gözümden baktığım bu koca dünyayı, ancak kendi varoluşum çerçevesinde incelersem alt edebileceğimi düşünüyordum. Hayatla mıydı bu kavgam yoksa kendimle miydi? Hala çözebilmiş değilim. Hayatta amatör olmanın getirdiği yanılsamalardan bir tanesiydi belki de ama fikrimi değiştirmem çok da uzun zaman almayacaktı. Her neyse, önce kendimi anlamaya çalıştım uzunca bir süre. “Kendini anlamak da neyin nesi?” diye sormayın. Çünkü bu kendimi tam olarak nasıl anlayamadığımın hikayesi.

Uzunca bir süre kendimi anlamaya çalışmamın bir sebebi vardı: Çünkü hayatta acemi ben “İnsan hayatta yalnızca kendi mutlak bilgisine erişebilir.”  şeklinde bir önermenin arkasına sığınmıştım. Başkaları hakkında yapacağım çıkarımlar tahminden öteye geçmeyecekti. Geçse de bunun doğruluğundan emin olmanın bir yolu yoktu ki. Bu yüzden başkalarının bilgisine erişebilmemin tek yolu kendi bilgime erişmemdi. Zihnimde tek bir soru vardı ve gözümün önünde fasılalı bir şekilde yanıp sönüyordu: “Empati dediğimiz şey de buradan doğmuyor mu aslında?”

 En arı haliyle empati başkalarının yerine kendimizi koyup onları anlayabilmek değil mi?   Başkalarına dair anlamlandırmalarda bulunmak, empati aracılığıyla onlar hakkında bir veriye ulaşabilmek için; öncelikle kendimize ait şeyleri hazmedip, sonra onları katlayıp cebimize koymamız gerekmiyor mu? Empati yaparken de katlayıp koyduklarımızı cebimizden çıkarma zamanı geliyor. Burada dikkatimi çeken nokta tam olarak şu: Empati kurabilmek için kendi sistemlerimizin varlığına duyduğumuz ihtiyaç. Kendi var ettiklerimize danışmıyor muyuz aslında?

Gelin görün ki, bununla karşımdakine ilişkin anlamlı bir sonuca ulaşabileceğime dair duyduğum endişe hiç de azımsanacak gibi değil. Bunu kısa bir yolculuk gibi düşünebiliriz aslında. “Bilinmeyen” durağından empatiye binip, empati kurduğun kişinin beklediği durakta iniyorsun. Yolu onun gördüğü gibi görebilir misin? Ya da onun gördüğünün ne kadarını görebilirsin?  İşte bu yüzden “İnsan hayatta yalnızca kendi mutlak bilgisine erişebilir.” Komik bir rastlantı değil mi ? Empatiyle karşımızdaki kişiye tam erişemeyişimiz, metaforlarla bile anlatmak istediğimiz şeyin bütününe ulaşamayışımız. Tuhaf bir tesadüf.

Fikrimin değişmesi çok da uzun sürmeyecek, demiştim. Kendi mutlak bilgime erişemeyeceğimi anlamam da çok zor olmamıştı aslında. Buradaki yanılsamam ise tamamen kendimle ilgiliydi. Kendime karşı dürüst olduğumu varsaymıştım. Halbuki bir insan kendisine karşı ne kadar objektif olabilir ki? Kendine karşı dürüst olduğunu düşünen ben, sahiden de öyle miydim? Üstelik düşünce dediğin şey kendi kendini çarpıtmaya bu kadar müsaitken ben kontrolün hala kendimde olduğunu mu düşünüyordum? İşte yanılsamam tam da bu noktada başlıyordu. Hayatta hiçbir şeye karşı kendime ,daha doğrusu kendimi anlamaya, duyduğum ilgi kadar ilgi duymayan ben yanılmaya üzerine eğildiğim şeyden, yani kendimden başlamıştım. Bu keşiften sonra kendime dikte ettiğim şey ise şu oldu: Bizler hiçbir şeyin ve hiç kimsenin bilgisinin bütününe erişemeyiz. Eğer olur da hayatta “Onu hiç tanımamışım.” diyerek üzüldüğünüz bir an olursa üzülmeyin sakın. Olur mu ?  Çünkü ben de üzülmüyorum.

PAYLAŞ
Banner

Hilal Bulunti

YORUMLAR:

0 comments: